Pazar, Temmuz 13, 2014

"Herkesin bahsettiği şeyler hakkında bir tekrar da ben yapayım" isteği

İnsanlar... diye bir girizgaha sahip olan herhangi bir kanı cümlesine başlayacaktım ki bir şeyi fark ettim: Çıkarım yapabilecek düzeye ulaşacak ne kadar insan tanıdım? Bir sonuç bilgisi öne sürmeye beni iteleyen bu özgüveni nereden buldum?

Her zaman gözlem gücüme ve tarafsızlığıma inanırım. Ancak bu inanç bir yargı bildirmeye yeter mi?

Günümüzün temel sorunu... Yeni bir yargı cümlesi daha. Yargılamayı yargılarken bile ihtiyaç duyulan kalıplar var, kaçınamayız. İnsanlığa göre -vicdani manasını kastetmiş olmayı isterdim- şekillenen dünyanın afallamış nesliyiz. Hangi konuda olursa olsun, ister somut bir siyaset ister soyut bir nefret, ilk amacımız güdülenmiş bir karşıtlığı kusmak. Nesil deyince akıllara direkt jenerasyon gelmesin, insan adlı varlığın varolduğuna inandığınız/inandığımız günden bu yana biz tek nesiliz: Önce çiçeği görür, sonra onu sever ve pek tabiî ona sahip olmak isteriz. Koparıp "benim" kisvesini veririz ona. Ardından çiçek solar ve insan önce çiçeği, detaylı düşününce de toprağı suçlamaya başlar. Zaman ilerler ve insan çiçeği koparmasına izin veren/zorlayan şartları şuçlu yapar. İnsan kendini suçlayamaz, nasıl suçlasın, çiçeği sanki o oraya koydu, hiç...

Pazar, Mart 23, 2014

Yazabiliyorken yazmalı, gezebiliyorken gezmeli.

İnsan-evladı  "varım" diyebilecek bilince ulaştığı günden bu yana Kibir Tanrısını oynuyor.
-
Terimler yorucu. Mide bulandırıcı. Çoğunlukla kökensiz, soğuk ve manasız insanın parıltılı kibrinden peydahlanmış o terimler. Samimiyetsizliğin her harfinden aktığı o ucubeler. Terim: hapishane. Sınırları başkalarının beyin kıvrımlarından çizilen üretime elverişsiz bir distopya toprağı.
-
Sanat etiği nedir ? Bir tamlamanın terimleştirilmiş hali. "Hyperactif" bir çocuğu hareketsiz kaldığı müddetçe yaşayabileceği bir odaya koymak gibi. Hareketin kendi göreceliliğine binaen her saniye ölme riski taşıyan bir çocuk oldu sanat. Var olmayan şeyi var etme çabası, insanın onulmaz kibri: Etik.
-
Kaçamazsın. Seni var eden zübdenden de, şu an seni sen yapan seçimlerinden de kaçamazsın. Oyundan çıktığını sandığın her an oyuna daha fazla dahil olacaksın.
-

"Yazabiliyorken yazmalı, gezebiliyorken gezmeli."


Salı, Ocak 21, 2014

Dedi: "Içinde renkli oyuncaklar olan aptal kutular, kafalarının içinde pembe bir oyuncak olan canlılara yalan söyleyecek.."

Kim dedi, niye dedi orasını hiç bilemiyorum. Ama biri bunu çok önceden dedi ve biz dinlemedik. Dinlemek istemedik. Kanmak, kandırılmaktan kolaydır. Daima kolay olmuştu... İnandığımız şeylere inandırıldığımız kabul etmedik, etmeyeceğiz. Nedendir, bunu ben de tam olarak bilemiyorum. Ne açıklama getirilse eksik kalacak gibi. Ben yine de deneyeceğim:

Günler geçiyor, geçmeye devam edecek. Her şey değişiyor, değişmeye devam edecek. Süreklilik, evreni oluşturan temel yasa. Yaşamamız, ölmemiz, sevmemiz yahut nefret etmemiz hepsi belli bir zamanda başlayıp belli bir süre zarfına kadar devam eden bir çizgi; yani süreklilik gösteren bir akış. Evrenin bu velinimet yasasını çiğneyen biz insanlar, sürekliliğe sürekli darbe indirmeye devam ediyor gibi gözüküyoruz; ama nasıl ? Biz, katı bir koruma (zaman) ile korunmuş bu yasaya nasıl parazit olabiliriz ? La réponse est simple. İnsanların ilk çağlardan itibaren yapmak istediği esas şey kendini göstermek ve kanıtlamak. Şımartılma güdümüzün yeteneklerini sergileyebileceği ilk sahne: biz. Biz evreniz. Bizsiz evren ? O, bize göre zaten yok.

Kuralların üzerinde oynamaya çalışarak yapabileceklerinin sınırını görüyor insanoğlu. Kendini aşarak başka insanların üzerinde de bilgi sahibi olmak artık çok basit. Sosyoloji ve psikoloji ekolleri insanların en kirli iç yüzlerini ortalığa çoktan serdi bile. Geriye kıvrak zekaların bu yüzleri boyayıp sunması kalıyor ki bu da çoktan düşünüldü: aptal kutusu. Bu artık sadece televizyon için kullanılan bir terim değil. Bahsi geçen terim, bizim -dolaylı yoldan evrenin- sürekliliğini bölebilecek her şeyi kapsıyor.
Duygularımızı bölüyor, düşüncelerimizi bölüyoruz. En önemlisi inandıklarımızı, inanmak istediklerimizi bölüyor. Zannedilmesinin ki ben burada teknolojiden bahsediyorum. Ben kafanın içinde pembe bir oyuncak olan aptal kutusundan bahsediyorum.

Kendinizin kuklası olmayın, başkalarının kuklası olmanın bile bir özrü var.