Çarşamba, Ağustos 31, 2016

Bu Bir Bergman Çıkartması | Sahneler I


Monika'yla Bir Yaz (1953)

Sinema eserlerine karşı asıl ilgimi ailemden bağımsız izlediğim filmlerle kazandım. Ondan önce babamın her hafta eve getirdiği kaçak -korsan mı desem?- sidilerden izlediğim birçok popüler yapım, bu ilgimin temelini de muhakkak perçinlemiştir. Evimizde televizyon yoktu, bilgisayarın TV kartı çok zayıftı ve ailem film izlemeyi severdi, bu benim şansım oldu. Ardından eve internet bağlatıldı. Liseye yeni başladığım zamanlara denk gelen bu olay, beni alıştığım film izleme rutinini bir öteye taşımaya itti. O zamanlar bugün var olan birçok sinema blog/sitesi yerine sinemalar.com sayılı alternatiflerdendi. Birçok film hakkında insanların yorumunu görebiliyor ve hatta film girdisi yapılabiliyordu. İşte böyle bir arayışta izlemeye tamamen kendi başıma karar verdiğim ilk film, bu site üzerinden bulduğum Requiem For a Dream oldu. Uzun süre etkisinden çıkamadığım film, beni tanıyanların bileceği Aronofsky hayranlığımın da kilometre taşını oluşturdu. Gel zaman git zaman, daha çok film izledim, sinema eserleri hakkında karaladım, film incelenen ortamlarda bulunmaya gayret ettim. Bu ortamların birinde de ismini çok duyduğum ancak hiç izlemediğim bir yönetmenle tanıştım: Ingmar Bergman. İşte yeni yeni sevgimin ve ilgimin pekiştiği bu yönetmenin yapıtlarından benim gözüme, kulağıma takılanları paylaşma istemi, bir unutmama ihtiyacı hasıl oldu; aynı sevdiğim edebi eserlerdeki gibi. 

Bergman izleyince gerisi kendiliğinden geliyor. Bir tek filmini izlemek için açıp, birkaç gün içinde art arda filmlerini izlerken buldum kendimi. Bergman sineması hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmeden izlediğim bu filmlerin hepsinden azami keyif ve birikim elde ettim mi: hayır. Hepsinin her dakikalarını ilgiyle takip ettim mi: hayır. Bazı imgelerini, bazı karakter seçimlerini hatta bazı sahnelerini anladım mı: hayır. Ancak izlediğim her filminde beni sonuna kadar götürtecek bir doku vardı. Bir şeyler farkında olmadan beni etkiliyordu. Ve bir şekilde "iyi ki izlemeyi sürdürdüm" diyeceğim bir sahne, bir replik, bir bakış, bir mimik çıktı her filmde karşıma. Henüz bilgili, ince eleyip sık dokuyan türden seçici hatta bilinçli bir film izleyicisi değilim; ancak sevdiğim sahneleri sevdiğim alıntılarla paylaşmak benim için ileriye yazılmış bir mektup gibi. 



Bir Evlilikten Manzaralar (1973)

Ingmar Bergman - Scener ur ett äktenskap
Bu hayat tüm yeteneklerimi baskı altında tutuyor.

"İnandığımın aksine bu bencil olmamak değil. Bu sadece korkaklık. Kim olduğumu bilmememden kaynaklanıyor. Hiçbir zaman kim olduğumu bilmedim. Sadece başkalarının isteklerine göre yaşadım. Kendi isteklerimi hiç önemsemedim. Hatamız ailelerimizin boyundurluğundan kurtulamamak, kendi koşullarımızla anlamlı şeyler yaratamamak oldu. Her zaman aynı hatayı yaptık, ailelerimiz için yaşadık. "

Yedinci Mühür (1957)

İnanç taşıması zor bir yüktür. Ne kadar yüksek sesle çağırırsan çağır karanlıktan sıyrılıp hiç gelmeyen birini sevmek gibi.


"İnsanın duyularıyla Tanrı'yı kavrayabilmesi o kadar imkansız mı? Kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanç duyabiliriz? Benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlar ne olacak? Ya inanmayanlar, inanamayanlar? İçimdeki Tanrı'yı neden öldüremiyorum? Neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum?"

Persona (1966)

Persona 1966 Bergman scenes
İnancımızın ve kuşkumuzun geceki haykırışları perişanlığımızın ve ürkütücü farkındalığımızın en korkunç kanıtları oluyor.

"Anladığımı düşünmüyor musun? Var olmayı boş yere hayal etmek. Öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. Uyanık olduğun her an. Tetikte. Başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. Baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için, içinin görülmesi için hatta parçalara ayrılmak ve belki de tümüyle yok edilmek için. Sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca, her gülümseme aslında bir yüz ekşitme. İntihar etmek mi? Hayır, hayır! Bu çok çirkin. Sen yapmazsın. Ama hareket etmeyi reddedebilirsin. Konuşmayı reddedebilirsin. O zaman en azından yalan söylemezsin. Böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. Artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun. Sen öyle sanarsın. Ama gerçek inatçıdır. Saklandığın yer su geçirmez değildir. Yaşam dışarıdan sızar içeri. Ve tepki vermek zorunda kalırsın. Hiç kimse de bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz."

Sessizlik (1963)

*sessizlik*

"Hepsinin büyük bir anlamı varmış, hepsi önemliymiş gibi ilkelerinle kafamızı şişirdin. Oysa gevezelikten başka bir şey değildi bu. Neden olduğunu biliyor musun? Hepsi sadece kendini ilginç, başkalarından farklı kılmak içindi. Bunsuz yaşayamıyorsun sen. Her şey hayati, her şey önemli, her şey anlamlı ve daha bilmem neyse."

Fanny ve Aleksander (1982)

Ceza sana gerçeği sevmeyi öğretmek için verilecek.

"Göz açıp kapayana kadar yaşlanıyor insan. Vaktiyle çok önemli görünen o uzun yıllara ne oldu şimdi? Anneliği sevmiştim. Aktris olmayı da seviyordum ama anneliği daha çok. Ne de olsa hepsi rolden ibaret. Bazı roller güzel, bazıları ise güzel değildir. Anneliği oynadım, Juliet'i oynadım, Margareta'yı oynadım. Sonra bir baktım ki, bir dulu ya da büyükanneyi oynuyorum. Roller böyle peşin sıra değişir. Önemli olan onlardan korkup kaçmamaktır. Ama hepsi nerede şimdi? Söyler misin evladım? Ölümün beni derinden üzdü. Tuhaf bir roldü bu seferki oynadığım. Hislerim kalbimin ta derinlerinden gelmişti. Onları kontrol edebilmiştim ama gerçekliği parça pinçik etmişlerdi. O zamandan beri gerçeklik paramparça halde. İşin tuhafı, bu şekilde daha da gerçekçi. Bu yüzden, bu durumu düzeltmeye kalkmıyorum. Bir şeyin anlamlı olup olmadığını umursamıyorum artık."

Güz Sonatı (1978)
Aslında filmler hakkında yorum yapmadan sadece alıntılar paylaşmayı kafama koymuştum, ancak bu filmi izledikten sonra üzerine cüzi sayıda da olsa kelime sarf etmezsem haksızlık olur diye düşündüm. Başta da belirttiğim gibi Bergman filmlerinde beni sona götürecek büyüyü hep bulmuşumdur. Ancak bu filmin kendisi baştan başa büyü benim için. Bergman'ın izlediğim eserlerinin hepsinden etkilendim, ancak bu filmi benim açık ara şahsi favorim oldu. Belki konusunun bana hitap edişi, belki işleniş biçimindeki olgunluk, belki bir yönetmeni art arda izleyince oluşan tanıdıklık hissi ve o tanıdıklığın tüm emarelerini görme; nedir favorim olmasının nedeni, inanın ben de bilmiyorum. Ancak etkilendiğim, doyuma ulaştığım ve her karesinin, her sözünün beni ekrana bağladığı bir film oldu. Bu yüzden paylaşacağım alıntı sayısı da fazla olacak. Sıra sıra izlediğim Bergman filmlerine Yaban Çilekleri ve Çığlıklar ve Fısıltılar ile devam edecektim. Ancak izlemeyi Güz Sonatı'ndan sonra kesiyorum. Benim için doruk noktası olan bu film, Bergman izlemeye de ara vermemi gerektirdi doğal olarak.


*
"Bazen geceleri uyanıkken gerçekten yaşayıp yaşamadığımı merak ederdim. Bu herkes için böyle midir?  Yoksa bazı insanlar sevme konusunda daha mı yetenekli oluyorlar? Ya da bazı insanlar yaşamak yerine sadece var mı oluyorlar? Sonra korku beni ele geçirdi. Korku ele geçirince kendi korkunç görüntümü gördüm. Hiç olgunlaşamadım. Yüzüm ve vücudum yaşlandı. Anılar ve tecrübeler elde ettim. Ama içimde henüz doğmamıştım bile."

*
"Bunları söylemeye cesaretim yoktu, çünkü seni üzmek istemiyordum. Okumam için kitaplar getirirdin. Hiçbirini anlamazdım. Devamlı okur, sonra seninle onlar hakkında tartışırdık. Sonra lafı o kadar uzatırdın ki sanki kafam dururdu. Aptallığımı açığa çıkaracaksın diye ödüm kopardı. Anladığım tek şey, gerçek benim en ufak bir parçamın bile sevilip kabul edilmeyeceğiydi. O kadar takıntılıydın ki, gittikçe daha da korkak ve paramparça oldum.  Ne söylememi istiyorsan onu söyledim, senin mimiklerini yaptım. Tek başımayken bile kendim olmaya cesaret edemiyordum. Çünkü kendim olmaktan nefret ediyordum. Bu korkunçtu anne! Hala o günleri düşündükçe titriyorum. Çok korkunçtu! Birbirimizi sevdiğimizden o kadar eminim ki senden nefret ettiğimin farkına varamadım.  Ama senden nefret edemezdim, bu yüzden nefretim delice bir korkuya dönüştü."


*
"Kişi nasıl yaşaması gerektiğini öğrenmeli. Her gün üzerinde çalışıyorum. En büyük engelim kim olduğumu bilememem. Kör gibi el yordamıyla arıyorum. Eğer birisi beni olduğum gibi severse en sonunda kendim bakmaya cesaret edebilirim belki."


Güz Sonatı - Bergman
*
"Her şey yan yana var olur. Her an değişen büyük bir model gibi. Aynı şekilde, sayısız gerçeklik olmalı. Sadece bizim körelmiş duyularımızla algıladıklarımız değil, aynı zamanda iç içe geçmiş bir gerçeklikler kargaşası var. Sınırlara inanmamız sadece korku ve ukalalıktan."

Sevgiyle.